USTA OYUNCU TUNCEL KURTİZ, 77 YILLIK YAŞAM HİKAYESİNİ VE SANAT HAYATININ BİLİNMEYENLERİNİ ANLATTI!

Son
olarak “Mutlu Aile Defteri”ndeki performansıyla karşımıza çıkan Tuncel Kurtiz,
77 yıllık yaşam hikayesini GQ Türkiye’ye verdiği röportajla
anlattı…
77
yıllık ömrünü “özetlerken” belli aralıklarla, nakaratmışçasına sarf ettiği
birkaç cümle var: Sonra ben yine gittim... Sonra yine işsiz kaldım... Sonra biz
yine iflas ettik... Sonra ben yine duramadım...
Araları,
pek az insana nasip olacak, sonuna kadar hak edilmiş başarılarla, sanat ve
cesaretle dantel gibi işlenmiş maceralarla doldurun işte...
Sonra
yine: Kimi zaman -rahat değil- sanatsal tatminsizlik battığından, kimi zaman
ekonomik şartlar, kimi zaman darbeler dayattığından; daimi arayıştan:
Mütemadiyen bir toparlanıp gitme hali...
“Aynı
yerde hiç uzun zaman kalamadım” diyor. “Bir Çingenelik var bende herhalde,
gezmesini seviyorum. Hiçbir zaman planlı çalışan bir adam da olmadım. Bir
derenin içinde bir kayıktayım, bir oraya vuruyor, bir buraya vuruyor. Ama
Edremit’in o dağ köyünde yaşamak hep vardı aklımda...”
Kim
bilir, yazı dediğiniz, belki de çocuklukta nakşoluyor insanın
alnına.
UN
KURABİYESİ İLE RAKI!
Haydarpaşa
Lisesi’nden sonra babası onu Hukuk Fakültesi’ne yazdırır. Devamlılığı 15 gün
sürer. Matinelerde kendi hikayelerini ve sevdiği şiirleri okurken, Gürkal Aylan
Federasyon Tiyatrosu’nda sergileyecekleri bir oyunda başrol teklif eder. Rejiyi
Atıf Kaptan yapacaktır, “Eugene O’Neill” oynanacaktır.
Zehir,
Kurtiz’in damarlarına zerk olur: “Sonradan Atıf Abi vazgeçince, ben Hachette
Kitabevi’nden içinde Yale Üniversitesi’nin piyeslerinin olduğu bir kitap buldum.
‘Beş Gün’ diye bir piyes tercüme ettim, onu sahneye koyduk. Hukuktan çok
edebiyat fakültesinde takılıyorum, elimde bavulla kitap taşıyorum. Özdemir
Asaf’ın matbaasına da gitmeye başladık o ara. Bir edebiyat matinesi yaptık,
Attila İlhan geldi, Cemal Süreya geldi. Hayran olduğum insan Özdemir Asaf, benim
abim oldu. Her sabah yurtta kahvaltı edip Özdemir Abi’nin matbaasına gidiyorum.
Bir gün, ‘abi ya, sen hiç yemek yemez misin’ dedim. ‘İyi ki hatırlattın’ diye
inanılmaz bir lokantaya götürdü. Orda Reşat Ekrem Koçu’yu gördüm, Peyami Safa’yı
gördüm. Orda ilk defa Özdemir Abi’den un kurabiyesiyle de rakı içildiğini
öğrendim. Ondan çok şey öğrendim.”
Gençlik
Tiyatrosu’na geçtiğinde artık annesine okula devam etmediğini itiraf eder.
İkinci sene İngiliz Filolojisi’ne kaydolur. Bu sıralar arkadaşlık etmeye
başladığı Metin Serezli vesilesiyle, Dormen Tiyatrosu’nda, okul konusunu tamamen
kapatmacasına, ilk kez profesyonel olur.
Sonrası,
Türk tiyatro ve sinema tarihinin kim kimdir ansiklopedisini andıran, efsane
isimlerle kader birliği edilen, birlikte yol alınan, yol ayrımına gelinen, hep
ve inadına üretilen uzun bir yol hikayesi...
YOL
ARKADAŞI YILMAZ GÜNEY!
Kurtiz’in
sahne aldığı ve sahneye koyduğu oyunlarla şanı yürürken, sinemadaki
yoldaşlıkları da efsane mertebesine ulaşmış birliktelikler malum. Ömrünün büyük
bölümünün yurtdışında geçmesine sebep Yılmaz Güney’le tanışması üniversite
yıllarına uzansa da, sinema aşkına birlikte bela sırtlamalarına daha çok vardır.
Yılmaz
Güney’le birlikte yaptıkları işler, başlarda Konyakçı, Krallar Kralı, Sayılı
Kabadayılar, Üçünüzü de Mıhlarım gibi aksiyonu bol filmlerdir. Güney, önce bu
gibi işlerle kendilerini sevdirip, daha sonra bu sayede istedikleri gibi filmler
çekebileceklerine inanıyordur.
“Oldu
da ama çok sonradan” diyor Kurtiz: “Hep bonoyla çalışıyorduk, istemediğimiz
işleri de yapıyorduk. Ondan sonra bazı arkadaşlarımız diyor ki, biz halkın
sinemasını yapıyoruz. Hangi halkın sinemasını yapıyorsunuz? Halkın istediği film
için işletmeci bono veriyor, o bonolar patrondan bize geliyor, biz o bonoları
kırdırıp yaşamaya çalışıyoruz, böylece halkın sineması oluyor. Ben katiyen kabul
etmiyorum bunu, sinema benim için sanat. Ayrıca şunu da söyleyeyim, benim için
sanat sineması yok, sinema sanatı var.”
“UMUT
FİLMİNİ ÇİÇEK ARİF KAÇIRDI!
68
olayları, 70 darbesi derken, Tuncel Kurtiz, yedek subay olarak askerliğini
yapmaya gider. Askerlik döneminde Yılmaz Güney’le birlikte her ikisinin de
hayatında dönüm noktası olan “Umut” filminin tohumları atılır: “Ondan sonra
başıma gelmeyen de kalmadı zaten. ‘Umut’ filmi yurtdışına kaçırılacak, nasıl
kaçıracağız? Ben kaçıramam, o kesin. Babam vali muavini o sırada; ‘Oğlum senin
fişin var 1. Şube’de, sen yurtdışına Kapıkule’den çıkarsın ancak’ dedi. Çiçek
Arif ki, Komünist Arif’tir eski adı ‘Ben götürürüm’ deyince, onun sayesinde
kurtarabildik filmi. Bavula doldurmuş filmleri Arif, hamalın biriyle anlaşmış
1000 liraya, yarısı peşin, yarısı bavulu uçağın yanında görünce diye... Ben
otobüsle yola çıktım, bir gittim ki elinde Türk konyağıyla arkadaş orda. Ama
film bavul içinde karmakarışık gelmiş, Allah’tan ben oradayım, filmi bağladım
yeniden. Başarılı bir şekilde gösterebildik. Konuşmayı ben yaptım, Türkiye’de
devlet bu filmi göstermiyor diye. Bu konuşmalardan sonra, 12 Mart darbesi de
gelmiş zaten, hadi sıkıysa dön Türkiye’ye; e dönmedik...”
Kurtiz’in
“Darbeler tayin etti hayatımızı biraz da” demesi boşuna değil. Daha sonra ikinci
eşi olacak sevgilisinin geçindirdiği Berlin’deki evde, dünyanın dört bir
yanından tanıdıklara, durumunu anlatan mektuplar yazar.
İlk
haber Vasıf Öngören’den gelir. Kurtiz, Almanca’sı olmadığı halde, 500 mark
karşılığında, Laz şivesiyle Almanca konuşan bir rolü canlandırır: “Rejisör beni
çok beğenince rolümü büyüttü, ikinci filmde 10 bin mark aldım. Sonra Güneş ve
Barbro Karabuda beni Stockholm’e çağırıp burs verdiler. Yaşar Kemal’in
‘Teneke’sini tercüme ettirdim sahneye koymak üzere, Göteborg Şehir Tiyatrosu’nda
sahneye koyduk. ‘Otobüs’ filmini yaptık. Bu arada 74 oldu, Ecevit geldi, Turan
Güneş abimiz Dışişleri Bakanı oldu. Ben nihayet Türkiye’ye gelebiliyorum ama bu
sefer de iş yok, sadece seks filmi çekiliyor. ‘Şansımı dışarda ararım’ dedim
çıktım. Gene bir Yaşar Kemal hikayesini beraber yazdık Yaşar Kemal’le,
‘Yağmurlar Gebedir’ diye, İsveç Devlet Tiyatrosu’nda onu sahneye koydum. İkinci
gelişimde ‘Yılmaz seni arıyor’ dediler, hapishaneye gittim. Zaten ona hediyeler
getirmişim. Bana bir tekst verdi: ‘Sürü’... İnanılmaz bir şey. Doğru Siirt’e
geçtim. 78’de ‘Sürü’yü yaptık.”
BU
ADAM OYUNCU OLAMAZ KESİN KÖYLÜ VE ÇOBANDIR!
78’de
“Sürü”yü yaptıktan sonra yine İsveç’e döner ve kendi filmini, bugün geniş
kitlelerce çok bilinmese de bir kesimin gözünde underground klasiği mertebesine
ulaşmış “Gül Hasan”ı çeker. Bu dönemde, “Sürü”nün tanıtımı için İsrail’e
gitmesi, ona hiç tahmin etmediği bir pencere açar:
“Basın
toplantısında dedim ki, bizim sinemamız bir 3. Dünya sinemasıdır. Ne Sovyet
idealist estetiğinden, ne Avrupa burjuva estetiğinden ne de Amerikan ticari
estetiğinden yanayız; bu bizim sinemamız... Bana orda Arapça oynar mısınız diye
teklif geldi. İki film yaptım. İkincisiyle (Hiuch HaGdi) 86’da En İyi Erkek
Oyuncu Ödülü’nü aldım Berlin Film Şenliği’nde. Tesadüflerle oluyor her şey.
Benim Miriam Goldschmidt diye çok sevdiğim bir oyuncu arkadaşım vardı. Paris’te
Peter Brook’la birlikte sinemaya gitmişler, ‘Sürü’ye. Peter Brook demiş ki beni
görüp, ‘bu adam oyuncu olamaz, bu kesin köylüdür ve çobandır’. Miriam ‘O benim
arkadaşım, aktör, üstelik İngilizce’si de iyidir’ deyince audition’a çağırdılar.
Hayat değişti birden. Üç sene boyunca çok büyük bir prodüksiyonla, ‘Mahabharata’
ile dünyayı dolaştık.”
TÜRKİYE’YE
KÜSMÜŞKEN MENEND’İ TANIDI!
Tarih
tekerrürden ibarettir: Dünya turu dönüşünde, Kurtiz yine parasız ve işsizdir.
Fakat ne yapar eder, 100 kişilik bir kadroyla Şeyh Bedreddin’i yapmayı başarır:
“15 bin mark borç alarak bitirebildim işi. Arkasından Viyana’ya çağrıldım ama
çok zor günler, feci parasızlık çekiyoruz. O sırada Hasan Bülent Kahraman’la
Fikri Sağlar, Viyana’ya geldiler, ‘Bir şey ister misin?’ diye sordular. ‘E, bu
piyesi çağırın, festivale gelelim’ dedim. İki defa Taxim’s Night Park’ta
oynadım, geliş o geliş oldu. Menend’i tanıdım. Âşık oldum. Türkiye’ye küsmüş,
Brezilya’ya gideceğim derken, birdenbire onunla kaldım. Çok da
mutluyum.”
Ben
sansürden korkmam, yeter ki otosansür olmasın…
Sansürle
geçmiş hayatımız. Devri Süleyman yüzünden tiyatromuz yakıldı bizim; daha ne! Bir
bakıyorsun şimdi, “Umut” dünyanın gözbebeği olarak en iyi 100 film arasında
gösteriliyor. “Sürü” bütün festivallerde gösterildi. Yasakladıkları “Yolcu”
oyunu, Devlet Tiyatroları’nda, Şehir Tiyatroları’nda, Ankara Sanat’ta oynandı;
Kültür Bakanlığı’nın yardımıyla sineması yapıldı Başar Sabuncu tarafından.
Buyrun! Nedir ki yani yasaklamalar, biter gider... Sansürden hiç korkmam ben,
yeter ki otosansürün olmasın. Otosansürüm yok benim. Ben fikrimi söylüyorum,
“komünistim” diyorum. Umudumu kaybetmem ben. Bir gün insanların dünyayı daha
güzel bir yer haline getireceklerine inanıyorum.